İtalya’da Rönesans Sanatı
Rönesans genelde, 14.-16. yüzyıllarda İtalya’da klasik modellerin etkisi ile sanat ve yazın alanındaki canlanış olarak tanımlanır. ’Rönesans, İtalya’da yalnız sanat alanında görülmez; sosyal yaşantının bütün dallarındaki hareketliliği, canlanışıda içerir. Rönesans günümüzde klasik Avrupa sanatını başlatan dönemdir.
15. yüzyıldan itibaren ise düşünce alanında, İlk Çağ’da anlayışının etkileri görülmeye başlanır. Büyük düşünürlerin yapıtları İtalyanca’ya çevrilir, İlkçağ mitolojisindeki öyküler Hıristiyanlığa uyarlanır. Bu arada resim, heykel ve mimari, yapılan kuramsal çalışmaların da etkisiyle sanat niteliği kazanmaya başlar. İlk Çağ felsefesinin de etkisiyle, insanı “Küçük evren” (micro cosmos) olarak gören hümanist anlayış gelişir. Bu değişim, ekonomik bir temele de dayanmaktadır. Zenginleşen kent dükalıklarında klasik sanat eğitimi görmüş patronların egemenliği, Rönesans’ın oluşmasında hayli etkili olmuştur.
Rönesans sanatından bir örnek. Pazzi Şapeli:
Rönesans’la birlikte önemli bir gelişmeye daha tanık oluruz. Orta Çağ’da zanaatçı olarak görülen ressam, heykeltıraş ve mimarlar bu dönemde sanatlarıyla ilgili kuramsal çalışmalar da yapmaya başlarlar. Hemen hemen bütün büyük Rönesans ustaları aynı zamanda büyük birer kuramcıdırlar. Bunlardan biri de mimaride oran ve perspektif konusunda araştırmalar yapan Fhilippo Brunelleschi’dir (1377-1446). Sanatçının Floransa’da yaptığı Pazzi Şapeli (1420), Rönesans’ın mimari anlayışını açıkça ortaya koymaktadır. Brunelleschi bu küçük yapıda yatay-dikey karşıtlığını belirgin bir biçimde gözler önüne sermiştir. Gotik dönemde baştacı edilmiş olan sivri kemer yerine, yuvarlak kemerin kullanılmış olması da bir yeniliktir. Yalın kare planı, altı sütunlu bir giriş bölümü ve İlk Çağ tapınaklarınınkini andıran kubbesiyle Pazzi Şapeli, erken Rönesans mimarisinin tipik bir örneğidir.
Rönesans sanatından bir örnek daha. San Pietro Pietası:
“Kusursuz Form”, “Denge”, “Uyumlu Oranlar”, “Zerafet” resim ve mimarinin yanında 15. yüzyılın heykel anlayışında da geçerlidir. Rönesans heykeli en kusursuz anlatımını kuşkusuz Michelangelo’nun (1475-1564) yapıtlarında bulmuştur. Sanatçının gençlik dönemi heykeli San Pietro Pietası (16. yüzyıl başı), Rönesans’ın en başarılı yapıtlarından biridir. Tümüyle cilalanıp parlatılmış olan heykelde her bir form, en ince ayrıntısına kadar titizlikle işlenmiştir. İsa’nın yatay, Meryem’in dikey gövdesi, Rönesans’ın karşıtlıklara dayalı sanat anlayışına tipik bir örnektir. Ayrıca, bu iki figürün kompozisyon içindeki önemi de eşit bir biçimde belirtilmiştir. Birinin ağırlığı ötekini ezmez. San Pietro Pietası, Rönesans ilkeleri ve düzeninin sergilenişi açısından üst düzeyde bir örnektir.
Rönesans sanatından bir örnek daha. Son Akşam Yemeği, 1498, 460 x 880 cm:
Sanat alanındaki bu büyük gelişmenin bir başka nedeni de sanatçı atölyelerinin ün kazanması idi. Yüzlerce çırak, büyük ustaların yanında eğitim görüyor, onların ciddi ve önemli çalışmalarına katılıyor, kimi zaman da yapıtların izin verilen bölümünü tek başlarına gerçekleştiriyorlardı. Bu atölyelerden biri de ressam ve heykeltıraş Verrocchio’nun atölyesi idi. Atölyesindeki çıraklardan biri, İsa’nın Vaftizi (Uffizi, Floransa) adlı resimde görev almış, olasılıkla da soldaki meleği ve manzaranın bir bölümünü boyamıştır. Bu kişi, daha sonra Rönesans’a damgasını vuracak olan sanatçılardan biridir: Leonardo da Vinci.
Leonardo Da Vinci (1452-1519) resimden, anatomiye kadar birçok alanda kuramsal çalışmalar yapmış dehadır. Mühendislikten ve tıppa kadar birçok alana önemli katkı sağlamıştır.
Rönesans sanatından bir örnek daha. Mona Lisa c.1503–5, Yağlı Boya, 77 x 53 cm Leonardo Da Vinci:
Mona Lisa’ nın dipdiri canlılığıyla; sanki bize bakıyor, gerçekten düşünüyor gibi. Yaşayan bir varlıkmışçasına gözlerimizin önünde değişiyor, sanki her bakışta daha değişik oluyor gibi. Yapıtın Louvre’Daki özgünü karşısında doğaüstü bir şey halini alan bu garip izlenimi, tablonun fotoğrafları karşısında bile görebilirsiniz. Bizimle alay ediyor gibidir kimi zaman Lisa. Ama işte gülümsemesinde bir hüznün gölgesini yakalar gibi oluyoruz. Leonardo bu etkiyi hangi araçlarla elde edeceğini çok iyi biliyordu. Bu büyük doğa gözlemcisi, insan gözünün mekanizmasını kendinden öncekilerden çok daha iyi biliyordu. Doğaya egemen oluşun, sanatçılara yarattığı bir sorunu açıkça saptamıştı.
İtalya Dışında Rönesans Sanatı
15. yüzyıldan başlayarak İtalya dışında da Rönesans üslubunun ana özelliklerinden biri olan “Natüralizm” gelişmeye başlamıştır. Sanat, kuzeyde Gotik üslup yoluyla şematikve sembolik bir anlatıma yönelmişti. Oysa nesneleri gerçeğe uygun bir biçimde resimleme anlayışı doğmuş, sanatçılar resimlerine doğaya uygun yani “Natüralist” anlayışı benimsemişlerdir. Natüralist anlayışla her şey doğada olduğu gibi, insan gözünün gördüğü gibi betimlenir. Doğal olmak, doğaya benzemek temel ilkedir.
Duru, sakin anlatımlı portreler; iç mekânın tanımlanışı ve buna bağlı olarak çizgisel perspektif denemeleri, arka planda manzaranın titiz bir gözlem sonucu ayrıntılı biçimde verilişi, kuzey resminin temel özellikleridir.
İtalya dışındaki rönesans sanatından bir örnek. Gül bahçesinde Meryem:
Yeni resim anlayışı Schongauer ve Lochner’in resimlerinde ortaya çıkmıştır. “Stil Galante” denen ince, yumuşak ve zarif bir resim üslubu gelişmiştir. Colmarlı sanatçı Martin Schongauer (ölümü 1491) hakkında ilk kayıtlar 1465 yılına aittir. En ünlü resmi Gül Bahçesinde Meryem (St. Martin Kilisesi, Colmar) ile bu üslubun tipik örneklerinden birini veren sanatçının anlatımı, aşırı bir süslemeciliğin yanında figürlerin verilişindeki yumuşaklık ve canlı renklerle de dikkati çeker.
İtalya dışındaki rönesans sanatından bir örnek daha. Dürer portre:
Dürer, yağlıboya resimlerinde de tipik bir Rönesans sanatçısı olduğunu kanıtlar. Sağlam, oranlı ve ayrıntılı bir biçimde verilmiş olan figürler; aynı zamanda Rönesans resminin temel özelliklerinden olan gölge-ışık olgusunu da sunarlar. Rönesans düşüncesi kişiyi bir Micro Cosmos (küçük evren) olarak tanımlamaktaydı. Dürer de 1506’da yaptığı Portresi’nde (Alte Pinakothek, Munich) İsa benzeri bir görünümdedir. Ressam, belki her ikisi de yaratıcı olan “Tanrı” ve “Sanatçı” arasında bir paralellik düşünmüştü. Öte yandan saç lülelerinin işlenişi modelin ruhsal yapısının da verilişiyle resim, tüm portre sanatı içinde önemli bir yer edinmiştir.
İtalya dışındaki rönesans sanatından bir örnek daha. Aziz George:
Bu dönemin bir başka önemli sanatçısı ise Albrecht Altdorfer’dir (yak. 1480-1538). Altdorfer Avusturya Alpleri’nde dolaşmış, genellikle dağların ve vadilerin resmini yapmış, dinsel ve mitolojik konulu resimlerinde bile manzaraya büyük önem vermiştir. Altdorfer, modern anlamda ilk manzara ressamı sayılır. Konulu resimlerde manzarayı sahnenin arka planı olarak değil, kendi başına estetik güzelliği olan bir tür haline getirmiştir. Manzaraları içinde konular ve figürler ikinci derecede yer alırlar. Aziz George’un Canavarla Savaşı (Alte Pinakothek, Munich) adlı yapıtında ayrıntılı ve geniş bir doğa görünümüyle karşılaşırız. Bu görüntünün içinde figürleri seçebilmek bile çok zordur. Sanatçı öte yandan büyük manzara kompozisyonlarında kuzeyin temel özelliklerinden biri olan detay natüralizmini de ihmal etmemiştir. En küçük bir dal kıvrımı, her bir yaprak en ince ayrıntısına kadar titiz bir biçimde verilmiştir.
Lütfen yorum bırakın.